21. yüzyılla birlikte yaşamın devam edebilmesi için enerjiye ihtiyaç birinci derece önem arz etmektedir. Ancak enerji üretimi esnasında çevreye zarar verilmesi ve kullanılan kaynakların her geçen gün azalması nedeniyle, globalde tüm ülkeler yeni enerji kaynaklarına yönelmeye başlamıştır.
Özellikle yenilenebilir enerji kaynakları bu noktalarda daha avantajlı olması nedeniyle daha çok tercih edilmeye başlanmıştır. Fosil yakıtlara alternatif olarak kullanılan enerji kaynakları arasında, nükleer enerji öne çıkmaktadır.
E=mc2 aslında her şey Albert Einstein’ın ispat ettiği bu enerji formülüyle başladı. Einstein bu formülde, herhangi bir maddenin kütlesinin (m) yok olduğunda ortaya müthiş bir enerjinin (c2) çıkacağını anlatmaktadır. Müthiş bir enerjiden kasıt formülde de belirtilen (c2)’dir. Yani ışık hızının karesidir.
Bu formül ile insanoğluna eşsiz bir hediye sunan Einstein, teknolojik dünyayı sarsmakla kalmayıp yazımıza da konu olan nükleer santrallerin doğuşuna sebep olmuştur.
Teknolojinin bu derece gelişmesiyle bireysel enerji ihtiyaçlar ve bunla paralel üretimin tesislerin artık Endüstri 5.0’a doğru gitmesiyle enerji ihtiyacının zirve yapması, günümüzde elektrik enerjisi bol miktarda ve sürekli olarak istenmesini tetiklemiştir.
Dünya üzerinde bulunan ülkeler, bu ihtiyacı karşılamak için çeşitli enerji politikaları geliştirerek yatırım yapmaktadırlar. Bu politikalarda kimi zaman yenilenebilir enerji kaynaklarını kimi zaman da yenilenemez enerji kaynaklarına öncelik verilir.
Albert Einstein Kimdir?
14 Mart 1879 – 18 Nisan 1955 yılları arasında yaşayan teorik fizikçidir. Tüm zamanların en iyi fizikçilerinden kabul edilen Einstein, en çok görelilik teorisini geliştirmesiyle tanınır. Aynı zamanda kuantum mekaniğinin gelişimine önemli ölçüde katkılarda bulunmuştur.
Kendisi tarafından bulunan ve bilim dünyasında yeni bir çığır açan kütle-enerji denkliği formülü E = mc2 “Dünyanın En Ünlü Denklemi” olarak adlandırılmıştır. Fizik ve matematik alanına sağladığı katkılardan dolayı ve fotoelektrik etki yasasının keşfi sebebiyle 1921 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı. 1999 yılında Time Dergisi tarafından “Yüzyılın En Önemli Kişisi” seçilmiştir.
Nükleer Santrallerin Çalışması
Nükleer santralin kurulabilmesi için gereken en temel hususlardan birisi de zenginleştirilmiş uranyumdur. Kullanılan uranyum türleri; U-235, U-233, U-238 ve plütonyum türleri; P-239, P-241 şeklinde sıralanabilir.
Uranyumun fisyon tepkimesine girerek bölünmesi sonucunda muhteşem miktarda enerji açığa çıkar. Gerçekleşen bölünme sonucunda nötronlar yüksek bir hızla uranyum elementinin çekirdeğine çarpar.
Bu çarpışmayla birlikte çekirdeğin kararsız hale geçmesine ve ardından da büyük bir enerjiyi açığa çıkartarak fisyon tepkimesine neden olur. Bu tepkime sonucunda ortama nötronlar yayılır.
Bu nötronlar diğer uranyum çekirdeklerine çarparak gerçekleştirilen ilk fisyon tepkimesini elementin her atom çekirdeğinde gerçekleştirene kadar devam ettirir. Ortaya çıkarılan enerji kontrol edilmediği müddetçe ölümcül kazalara sebebiyet verebilir. Kontrol etmek için reaktörlerde fazla nötronları tutan ve fisyon tepkimesine girmesini engelleyen üniteler mevcut halde bekletilir. Bu sayede kontrollü bir fisyon tepkimesi zinciri sağlanmış olur.
Nükleer santralin iç yapısına bakacak olursak, uranyumun fisyon tepkimesine girmesiyle açığa çıkarılan enerji su buharının çok yüksek sıcaklıklara kadar ısıtılmasını sağlar. Isıtılan buhar, elektrik jeneratörüne bağlı olan türbinlere verilir.
Türbin kanatçıklarına çarpan yüksek enerjili buhar, bilinen şekilde türbin şaftını çevirirken, jeneratörün de elektrik enerjisi üretmesini sağlamış olur. Jeneratörde biriken elektrik ise iletim hatları vasıtasıyla kullanılacağı yerlere gönderilir.
Türbinden çıkan basınç ve sıcaklığı düşmüş buhar, tekrar kullanılmak üzere yoğunlaştırıcıya gönderilir ve su haline gelmesi akabinde tekrar bölünme ile açığa çıkan enerji ile ısıtılıp buhar haline getirilir ve döngü de bu şekilde devam eder.
Türkiye’miz 2023 yılı itibariyle, yaklaşık 85 milyonluk bir nüfusa sahiptir. Dolayısıyla, her ne kadar çevre dostu da olsa, yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji ihtiyacının karşılanması çok güçtür. Nitekim bunun için çok büyük arazilere güneş tarlaları ve rüzgar türbinleri kurulması gerekir.
Diğer bir seçenekse, nükleer santrallerden enerji ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu fikre ilk başta sıcak bakmayan çevreci bir kesim olacaktır elbette.
Ama gerçekten de iyi araştırıldığında günümüz itibariyle ülke ekonomisi adına hayati bir öneme sahip olduğu da anlaşılacaktır. Ülkemizin elektrik üretmek için Rusya, Azerbaycan, İran, Nijerya gibi ülkelerden doğalgaz temin ettiğini ve bunun karşılığında da milyar dolarlar harcadığı hepimizin malumudur.
Bu da ister istemez bizi dışa bağımlı hale getirmekte ve özgürlüğümüzü kısıtlamaktadır. Bunun içindir ki, nükleer santral projelerinde yeteri kadar söz sahibi olup gelişmiş ülkelerdeki nükleer kullanım seviyelerini yakalamalıyız. Hiçbir nükleer santralin yüzde yüz güvenli olduğu söylenemez. Alınacak güvenlik önlemlerinin seviyesine göre güvenilirlik düzeyi de değişmektedir.
Nükleer santral konusunda ülkemizin tecrübesinin de yeterli düzeyde olmaması bu güvenilirlik konusunu iki kat daha önemli kılıyor.
İstenilmeyen kazalara mahal vermeden, son teknoloji ile donatılmış güvenlik önlemlerini alıp artık bu teknolojiden ülkemizin de istifade ettirilmesi gerektiği kanısındayım.
Gelişen teknolojinin hızıyla doğru orantılı olmasa da çevre bilincinin artığını da söyleyebiliriz. Bu bağlamda enerjiyi üretirken, kullandığımız kaynağın türü ne olursa olsun canlılar üzerinde uzun vadede kalıcı hasarların gelmemesine özen göstermeliyiz.
Yaşanılan En Büyük Nükleer Kazalar
Gelişen teknolojiyle birlikte savunma, tıp, enerji ve endüstri gibi pek çok alanda radyoaktif maddelerin kullanımı giderek yaygınlaşmaya başladı. Bunlar arasında nükleer enerji santralleri 20. yüzyıla damga vurdu. 1954 yılında ilk reaktör kurulduğundan beri nükleer kaza ihtimali tartışılmaya başlanmıştı.
Her ne kadar enerjide nükleer gücün güvenli olduğu söylense de radyasyon seviyesindeki normalden sapmalar ve büyük nükleer kazalar son yüz yılda gezegenimize oldukça büyük zarar verdi. Bu nükleer kazaların yarattığı tahribatı belirlemek için belirli skalalar tanımlandı.
Tıpkı depremlerin büyüklüğünü ölçmek için kullandığımız Richter Ölçeği gibi nükleer faciaların derecelendirilmesi de Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Olay Ölçeği (International Nuclear and Radiological Events Scale- INES) baz alınarak sınıflandırılıyor.
INES derecelendirmesinde her seviye bir öncekinden 10 kat daha fazla tahribat yapan kazaları tanımlıyor. INES skalasına göre 4, 5, 6 ve 7. seviyeler nadir olan en ağır kazalardır. 1, 2 ve 3. seviyeler ise rutin radyasyon kullanımı sırasında oluşan küçük kazaları tanımlar
Mayak (Kyshtym – Rusya)
Mayak Nükleer Faciası 29 Eylül 1957 tarihinde Ural Dağları yakınlarında bulunan Kyshtym kentindeki nükleer yakıt tesisinde yaşandı. Mayak nükleer tesisindeki patlama ısı tankında suyun buharlaşması nedeniyle gerçekleşti.
Buharlaşan su nitrat ve asetat birikmesine yol açtı. Bu maddelerin hava ile teması sonucu kimyasal bir patlama meydana geldi. Patlamanın ardından çevreye 80 ton kimyasal atık yayıldı. Mayak Faciası’nı ilginç kılan ise dünyanın bu nükleer kazayı tam 20 sene sonra öğrenmesiydi.
1957’de nükleer reaktör patladığında dünyadaki kimsenin Mayak Nükleer Santrali’nden haberi yoktu. Patlama olsa dahi Sovyet Rusya yaşananları gizlemeye karar verdi. Nükleer kazanın olduğu hafta ABD havadaki radyasyon seviyesinde büyük değişiklikler olduğunu hemen anladı. Fakat o sırada kendileri de büyük nükleer denemeler yapıyordu.
Bu nedenle Sovyetler ile birlikte ABD de nükleer faciaya sessiz kaldı. Dünya, Mayak’ta yaşananları kazadan 20 yıl sonra Sovyet bilim insanının itirafıyla öğrenmişti. Fakat bu patlamaya dair bugün bile hala net bir bilgi yok. Nükleer kaza sonucu “Kaç kişi öldü? Kaç kişi etkilendi? Çevredeki yerleşim yerleri tahliye edildi mi?” gibi pek çok sorunun cevabı ne yazık ki yanıtlanamıyor.
Windscale (İngiltere)
İngiltere Cumberland’da bulunan Windscale Nükleer Tesisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra atom bombası projesi için inşa edildi. Windscale’deki nükleer kaza 10 Ekim 1957 tarihinde tesisin birinci bölümünde yangın çıkmasıyla meydana geldi.
Yangın üç gün boyunca söndürülemedi ve nükleer serpinti tüm Avrupa’ya yayıldı. Olaydan sonra bölgeye yakın olan yerleşim yerlerinin tahliye edilmesine gerek olmadığı söylendi. Fakat tesisin etrafındaki 500 kilometrelik bir alanda yetişen tarım ürünlerinin tamamı imha edildi. INES skalasına göre 5. seviye olarak ölçeklendirilen bu kazanın ardından toplam 240 kişi kansere yakalandı.
Three Mile Adası (Abd- Pensilvanya)
ABD tarihindeki en büyük nükleer kaza 28 Mart 1979 tarihinde gerçekleşti. Three Mile Adası’nda bulunan nükleer santral iki basınçlı su reaktörüne sahipti. İki numaralı reaktörün soğutma sisteminde meydana gelen arıza, reaktör çekirdeğinin erimesiyle sonuçlandı.
Çekirdeğin erimesiyle açığa çıkan radyoaktif gazlar ikincil bina içinde bulunan bir tank içinde birikmişti. Kazadan iki gün sonra biriken radyoaktif atık gaz bozunma tankına aktarıldı.
Bu aşamada çevreye düşük düzeyde gazlar sızdı fakat önemli bir kısmı filtrelerde tutuldu. Kaza sonucu oluşturulan rapora göre sızan radyasyonun sağlığa etki ettiği düşünülen radyasyon seviyesinden daha düşük bir değerde olduğu iddia edildi.
Ancak INES bu kazayı 5. seviye olarak belirledi. Kazanın ardından ABD’de nükleer santral projelerinin neredeyse tamamı iptal edildi.
Çernobil (Ukrayna-Eski SSCB)
Çernobil faciası tarihin en büyük nükleer felaketlerinden biriydi. Çernobil Nükleer Santrali, dönemin Sovyetler Birliği’ne bağlı Ukrayna’nın Pripyat şehri yakınlarında bulunuyordu. Santralde çalışan operatörler, 26 Nisan 1986 günü 4 numaralı reaktörde bir deney gerçekleştirmek istediler.
Bu deneyin en temel amacı ana güç kaynağının kesilmesi durumunda türbinlerin ne kadar süreyle enerji sağlayacağının belirlenmesiydi. Deney sırasında beklenmeyen bir güç dalgası fark edildi. Hemen acil durum butonuna basıldı fakat buhar basıncı bir dizi tepkimeye çoktan neden olmaya başlamıştı.
Basınç reaktörün 1.000 ton ağırlığındaki üst kapağını ayıracak kadar yükselmişti. Bu durum yakıt kanallarına zarar vererek 4. reaktörde bulunan nükleer çekirdeğin erimesine neden oldu.
Reaktörde çıkan yangın aşırı buhar üretimiyle birlikte büyük bir hızla atmosfere yükseldi. Böylece Pripyat başta olmak üzere Sovyetler, Avrupa, Karadeniz Ülkeleri ve Türkiye üzerine nükleer serpinti bulutu yayıldı. Çeşitli bağımsız çalışmalar bu facianın 200.000 kişinin doğrudan ya da dolaylı yollardan ölümüne yol açtığını belirtiyor.
2016 yılında nükleer santral tamamen çelik bir kalkanla örtüldü. Yaklaşık 100 yıl boyunca radyoaktif sızıntıyı engelleyeceği öngörülen bu kalkan 1,5 milyar dolara mal oldu. Çernobil faciası bugüne kadar gerçekleşen en kötü nükleer kaza olarak kabul ediliyor.
Öyle ki bu facia INES’ın en yüksek sınıflandırması olan 7 ile ölçeklendirildi. Bu seviyede ölçeklendirilen yalnızca iki nükleer kaza bulunuyor. Bunlardan biri Çernobil diğer ise Fukuşima Nükleer Santral Kazaları’dır. Çernobil maliyeti ve kayıplarıyla tüm dünya üzerinde bir şok etkisi yarattı. Bu kazanın ardından küresel ölçekte nükleer enerji santrali karşıtı protesto gösterileri düzenlenmeye başladı.
Mihama Nükleer Santrali (Japonya)
9 Ağustos 2004’te, Mihama Nükleer Santrali’nde bulunan reaktörün türbininde yeterli soğutma suyu olmaması nedeniyle büyük bir kaza meydana geldi. Bu kaza Fukuşima felaketine kadar Japonya tarihinde yaşanan en büyük nükleer kazaydı. Japonya her ne kadar kazada radyoaktif sızıntı olmadığını açıklasa da santral türbinlerinden sızan buhar 5 kişinin ölümüne neden oldu.
18 kişinin ise vücudunun neredeyse tamamı yandı. Santral ve çevresinde üst düzey önlemler alınmış olsa da burada çalışan 400 kişi radyasyona maruz kalmıştı.
Fukuşima Nükleer Faciası (Japonya)
11 Mart 2011 tarihinde Japonya’da 9,0 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Depremden tam 45 dakika sonra şehrin tamamını vuran tsunami, Çernobil’den sonraki en büyük küresel nükleer felaketin Fukuşima’da yaşanmasına sebep oldu. Japonya aynı gün içinde iki felaketle mücadele etmek zorundaydı.
Denizin hemen yanında konumlanan nükleer santralin elektriği tsunami nedeniyle kesilmişti. Dizel jeneratörler ise büyük hasar almıştı. Bir süre sonra jeneratörler de devre dışı kaldı.
Aktif olarak sürekli soğutulması gereken reaktörlerin aşırı ısınması sonucu çekirdekler erimeye başladı. Felakete ilk müdahale eden yaklaşık 400 kişi yüksek doz radyasyona maruz kaldı.
12 Mart günü santral çevresindeki yerleşim yerlerinde tahliye başladı. Kaza sonucu 160 binden fazla insan yaşadıkları yerden ayrılmak zorunda kaldı.
Kaza anında bir ölüm olmasa da Fukuşima nükleer santralinden sızan radyasyon dünyayı turlamaya devam ediyor. Japonya’da düzenli olarak yapılmaya başlanan sağlık taramalarında bölgede yaşayan çocukların %44’ünde tiroid anormallikleri tespit edildi.
Fukuşima Nükleer Kazası’nın üzerinden tam dokuz yıl geçmesine rağmen dünyaya yayılan radyasyon azalmak bir yana artmaya devam ediyor. Kazanın dünya üzerinde yarattığı tahribat o kadar ağırdı ki INES Fukuşima Felaketi’ni 7. seviye olarak ölçeklendirildi.
Dünyada en fazla reaktör sayısına sahip olan Japonya, Fukuşima felaketine kadar enerjisinin yaklaşık %30’unu nükleer güçten elde ediyordu.
Dünyada Nükleer Enerji Ve En Büyük 10 Nükleer Santral
Dünyadaki nükleer enerji santrallere bakıldığında pek çok gelişmiş ülkenin enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü nükleer enerjiyle karşıladığı görülebilir.
Ülke bazlı olarak bakıldığı zaman Fransa elektrik ihtiyacının yaklaşık %71’ni, Ukrayna %54’ünü, Belçika %48’ni, İsveç %34’ünü, Güney Kore %26’sını ve ABD ise %20’sini nükleer enerjiden karşılar.
2021 Yılı Verilerine Göre Dünyadaki En Büyük 10 Nükleer Santral Şunlardır
1- Dünyanın en büyük nükleer santral Japonya’da bulunan Kashiwazaki-Kariwa Nükleer Santrali’dir. 7.965 MW kapasiteye sahip olan tesis geçici olarak durdurulsa da yenden aktif hale gelmesi planlar arasındadır.
2- Dünyadaki en büyük nükleer santrallerden ikincisi ise Güney Kore’de bulunan Kori Nükleer Santrali’dir. Bu tesisin kapasitesi 7.489 MW’dir.
3- Dünyanın üçüncü en büyük nükleer santral yine Güney Kore’de yer alan ve 7.264 MW kapasiteye sahip olan Hanul Nükleer Santrali’dir.
4- Kanada’da bulunan Bruce Nükleer Santral dördüncü en büyük nükleer santraldir. 6.358 MW kapasiteye sahiptir.
5- Çin’deki Hongyanhe Nükleer Santrali, 6.244 MW kapasite ile beşinci sırada yer alır.
6- Fuqing Nükleer Santrali ise altıncı en büyük nükleer santral olup kapasitesi 6.150 MW’dir ve Çin’de bulunur.
7- Yedinci sıradaki Tianwan Nükleer Santrali de Çin’de bulunur ve 6.070 MW kapasiteye sahiptir.
8- Çin’deki Yangjiang Nükleer Santrali ise 6.000 MW kapasiteye sahiptir.
9- Güney Kore’de bulunan 5.875 MW kapasiteli Hanbit Nükleer Santrali’de dokuzuncu en büyük nükleer santraldir.
10- Ukrayna’daki Zaporizhzhia Nükleer Santrali 5.700 MW kapasite ile onuncu sırada yer alır.
Nükleer Enerjinin Tarihçesi
Fizikçi Enrico Fermi 1934 yılında uranyum atomlarını nötronlarla bombaladıktan sonra ortaya çıkan atomların uranyumdan çok daha küçük atomlar olduğunu gördü ve nükleer bölünme reaksiyonunun potansiyelini fark etti.
1942 yılında bugünkü nükleer santrallara benzer bir şekilde uranyum ve kontrol çubukları kullanarak ilk kontrollü, kendi kendini sürdürebilir nükleer enerji üretim düzeneğini oluşturdu. Bu yeni teknolojinin gücü ve potansiyelinin görülmesinin ardından, Amerika Birleşik Devletleri 1945 yılının Temmuz ayında New Meksiko Çölleri’nde ilk nükleer silah denemesini gerçekleştirdi. Bu gelişmelerle beraber 1950’li ve 1960’lı yıllar nükleer enerji santrallerinin hızla yayıldığı yıllar oldu.
Bir adet uranyum atomunun bölünmesi sonucunda ortaya çıkan enerji miktarının, bir adet kömür atomunun yanması ile ortaya çıkan enerjinin 10 milyon katı olması, bir başka deyişle yarım kilo uranyumdan elde edilebilecek enerjinin milyonlarca litre petrol ile aynı enerjiyi üretebilmesi, nükleer enerjiyi birden bire geleceğin enerji kaynağı gözüyle bakılması sonucunu doğurdu.
Halbuki nükleer enerjinin diğer bir yüzü daha bulunmaktaydı. 28 Mart 1979’te ABD’de Three Mile Island Nükleer Santrali’nde bir hatalı vana yüzünden meydana gelen kaza ile nükleerin ne kadar tehlikeli olabileceği anlaşıldı. Nükleer yakıtın yeterince soğutulamaması nedeniyle erimesi, santral çalışanlarına, çevre halka ve doğaya önemli zararlar verebilmekteydi.
Diğer yandan kullanılmış yakıtların ne yapılacağı konusu yıllar boyunca nükleer enerjinin yumuşak karnı haline geldi. Bundan sonraki yıllar, teknolojik gelişmeler, yeni ve daha güvenli tasarımlar, yeni kazalar, küresel ısınma ile ilgili kaygılar; nükleer enerjide gel-gitlerin yaşandığı yıllar olarak yansıdı.
Nükleer enerji bazı dönemler bir umut, bazı dönemler bir an önce kurtulunması gereken bir illet olarak değerlendirildi.
Nükleer enerji, ilk olarak 16 Temmuz 1945 tarihinde ABD’nin New Meksiko eyaletinde denenmiştir ancak nükleer enerjinin dünyada resmi olarak duyulması 2. Dünya Savaşı esnasında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine 6 ve 9 Ağustos 1945’te atılan atom bombaları ile gerçekleşmiştir. Japonya’ya atılan atom bombalarının yol açtığı zarardan dolayı yok edici bir güce sahip olan nükleer silahların yapımı önlenmeye çalışılmıştır.
Deneysel olarak ilk reaktör, Enrico Ferni tarafından 1942 yılında Chicago Üniversitesi’nin bahçesinde bulunan tesiste gerçekleştirilmiştir. 1955 yılının sonlarında ABD ve eski Sovyetler Birliği, nükleer enerjiden enerji üreten ilk ülkeler olmuştur. 1975 yılında dünya genelinde 19 ülkede tam 157 santralin inşası tamamlanmıştır.
Bu sayede nükleer santrallerin tamamının potansiyel elektrik üretim gücü 700 MW’a çıkmıştır. Bu dönemde ayrıca nükleer savunma sanayi de gelişim göstermiştir.
1970’li yıllarda ortaya çıkan petrol kaynaklı enerji krizi, fosil kaynaklar kullanılarak üretilen enerjiye bağımlı olan ülkeleri nükleer enerjiye sevk etmiştir.
Nükleer enerji o yıllarda fiyat bakımından alternatifleriyle rekabet edemeyecek seviyededir. Bu nedenle uzunca bir süre geniş çaplı olarak hayata geçirilememiştir.
Sonrasında dünya genelinde yaşanan petrol krizinden dolayı varillik petrolün fiyatı 3 dolardan 10 dolara çıktığında nükleer enerji diğer kaynaklarla yarışabilir hale gelmiştir.
O zamandan bu yana nükleer enerjinin dünyadaki elektrik üretiminde payı ara ara azalsa da devamlı olarak yükseliştedir.
Dünyada Hangi Ülkede Kaç Adet Nükleer Reaktör İnşa Ediliyor?
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) veri tabanına göre 30 Eylül 2015 tarihi itibariyle dünya çapında aktif olarak 68 nükleer reaktör inşaatına devam ediliyor. Bu rakam 1990 yılından beri ulaşılan en yüksek rakam.
Medyada yer alan haberlerin aksine dünyada bir nükleer “Rönesans” yaşanıyor. Devam eden nükleer reaktör inşaatlarının yanı sıra Türkiye, İngiltere, Polonya, Vietnam, Mısır, Finlandiya gibi birçok ülkede 166 adet nükleer santral planlanmış durumda.
İnşaatı süren 68 reaktörden 24 adedi halihazırda 28 reaktör işleten Çin’de bulunuyor. Çin’i 9 reaktör inşaatı ile Rusya ve 6 reaktör inşaatı ile Hindistan takip ediyor.
Dünyada en çok nükleer reaktöre 99 adet ile ABD ev sahipliği yapıyor. ABD’de 5 adet nükleer reaktör inşaatı ise devam ediyor.
Türkiye’de Kurulmaya Devam Eden Nükleer Santraller
Türkiye’nin artan nüfusu ve gelişen ekonomisi enerji ihtiyacını da artırmaktadır. Bunun sonucunda ülkemiz dışa bağımlı hale gelmektedir. Ortadoğu ülkelerinin aksine fosil enerji kaynakları açısından zengin olmayan Türkiye’miz, enerji ihtiyacının büyük bir kısmını ithalat yoluyla karşılamaktadır.
Bu durumun önüne geçmek için alternatif bir enerji kaynağı olan nükleer enerji kullanılabilir. Dışa bağımlılığın azaltılması ve enerji kaynaklarının çeşitlenerek ihtiyacın karşılanması için ülkemizde nükleer santraller kurulmaktadır.
Ülkemizde şu anda biri inşa edilmekte ve biri proje aşamasında olan iki nükleer enerji santrali projesi bulunur. Üçüncü santral için ise çeşitli bölgelerde çalışmalar yapılmaktadır.
Kurulmaya devam eden ve 2023 yılında çalışmaya başlaması planlanan Akkuyu Nükleer Enerji Santrali, 4.800 MW kapasiteye sahiptir.
Mersin ili Gülnar ilçesinde inşa edilen Akkuyu’nun her biri 1.200 MW gücündeki 4 adet reaktörü bulunur. Bu santralden yılda 35 milyar kWh kadar elektrik üretilmesi planlanır. 2022 yılında Türkiye’de 334,7 milyar kWh elektrik tüketimi gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Akkuyu Nükleer Enerji Santrali ile bu miktarın yaklaşık %10’u karşılayacak kapasiteye sahip olarak üretilmektedir.
Akkuyu’dan sonra ise Sinop’ta Sinop Nükleer Enerji Santrali kurulması planlanmaktadır. Türkiye’deki sanayileşme ve nüfus artışı enerji ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Dolayısıyla alternatif enerji kaynakları da önem kazanmıştır. Farklı görüşlere rağmen uzmanlar, Türkiye’de en az 5 adet nükleer santral kurulması gerektiğini ve gereken tedbirler alındığı takdirde bu santrallerin güvenli bir şekilde enerji talebini karşılayacaklarını belirtmektedir.
Nükleer Santral Maliyeti Nedir?
Nükleer santrallerin, diğer enerji santrallerine kıyasla oldukça yüksek maliyetleri bulunur. Nükleer enerji santralini planlamak ve inşa etmek bunlardan ilkidir.
OECD Nükleer Enerji Ajansı’nın hesaplamaları doğrultusunda bir nükleer santralin inşasının gecelik maliyeti kW başına ortalama 3.850 dolardır.
Bu da 1 GW’lık bir santral inşa etmenin 4 milyar dolar kadar maliyetinin olacağı anlamına gelir.
Aslında, bir nükleer enerji santrali inşa edildikten sonra oldukça düşük maliyetlerle çalışabilir. Bunun nedeni ise uranyumun maliyetinin düşük olmasıdır.
Uranyumun nükleer santralde kullanılmadan önce zenginleştirilmesine ihtiyaç duyulur ancak yine de bir nükleer santralin toplam işletme giderlerine bakıldığında gaz türbini ya da fosil yakıt santrallerinden üçte bir oranla daha az olduğu görülür.
Sonuç
Türkiye’de şu an nükleer enerji santrali yapılma aşamasındadır. 1970 yılından itibaren nükleer santral kurulma girişimlerinde bulunuldu fakat bu girişimlerin çoğu sonuçsuz kalmıştır.
Türkiye, nükleer enerji ile enerji ihtiyacındaki önemli bir açığı kapatmayı öngörüyor. Akkuyu ve Sinop Nükleer Santralleri eğer bugün devreye alınmış olsaydı, mevcut elektrik tüketiminin % 33’ü nükleer santrallerden karşılanıyor olacaktır. 2021 yılında 50 milyar USD (Amerikan Doları) enerji ithal ederken, 2022 yılında 100 milyar USD (Amerikan Doları) çıkmıştır.
2050 yılına kadar nüfusumuz %18 artışla, 100 milyona çıkacaktır. Bu veri bize aslında enerji çeşitliliğimizi artırmamızın ne kadar elzem olduğunu, bir kez daha hatırlatmaktadır. Aynı bakış açısıyla iktisatlı enerji kullanma bilincini kazandırmamız gerektiği verisi vermektedir.
Dünya fosil yakıttan, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçerken ihtiyacı olan enerji konusunda alternatiflerini artırma çabası içindeyken, ülkemizin bu konuda ilgili çalıştaylar yaparak, çözüm alternatifleri konusunda çaba harcaması çok önemlidir. Hepimizin malumu; “EN UCUZ ENERJİ, TASARRUF EDİLEN ENERJİDİR.” Yarınlarımız adına tasarruf etme bilincini yaşamımızın ve hayatımızın tüm alanına yaymak, okullarda çocuklarımıza bu bilinci aşılamak kanımca en büyük vatanseverliktir.
Görüşmek dileğiyle…
Kaynakça
1- Nükleer Enerji Nedir? Faydaları ve Zararları Nelerdir?
https://www.aydemperakende.com.tr/blog/nukleer-enerji-nedir-nasil-uretilir
2- Nükleer Enerji
https://enerji.gov.tr/neupgm-nukleer-enerji
3- Nükleer enerji tarihçesi
http://www.nukleer.web.tr/tarihce/tarihce.html
4- Nükleer Santrallerde Enerji Üretimi
https://www.muhendisbeyinler.net/nukleer-santrallerde-enerji-uretimi/
5- Nükleer Talep Zirveye Ulaştı
http://nukleerakademi.org/nukleer-talep-zirveye-ulasti/
6- Türkiye’nin Sivil Nükleer Santral Projeleri ve Nükleer Yaygınlaşma Endişesi
https://ordaf.org/turkiyenin-sivil-nukleer-santral-projeleri-ve-nukleer-yayginlasma-endisesi/
7- Nükleer santraller
Downloads/N%C3%BCkleer%20Santraller.pdf
8- Doğaya Geri Dönülmez Zararlar Veren Dünya Tarihinde Yaşanmış En Büyük 6 Nükleer Kaza
https://listelist.com/nukleer-kazalar/