basarili-isletmelerde-ve-insanlarda-verimlilik-sirlari

Değerli sektör dostlarım, Nisan sayısındaki yazımda bir kuraldan, yasa ve ilkelerden söz eden giriş cümleleri sizlerle paylaşmıştım. Buna Pareto ilkesi adı verildiğini ve bunu bulan kişiden söz etmiştim. Bu sayımızda bu ilkeleri detaylandıracağımı söylemiştim.

Yani farklı bireylerin bir ürün ile ilgili yararlarını sayılabilir birimlere veya niceliklere ayırma problemlerini bu teorisiyle çözmeye çalıştı. Bu kuramda yer alan yazar kavramı yerine tercih çizelgesi kavramını ortaya koymuş oldu.

Buna göre, her ne kadar ürün satın alan kişi ürünler ayrı ayrı olsa dahi, ürünlerin kendisi için faydalarının büyüklüğünü tam olarak belirtemiyorsa bile karar verirken hangi ürünün kendisine en faydalı olduğunu bilmektedir.

Bunun sonucunda da faydanın ne derecede olduğunu bilmek için satın alma durumundaki davranışları gözlemlemek yeterli olacaktır. Hatta bir ulusun ekonomisinde olan denge durumları konusunu incelerken optimum teorisini buldu ve bu teoreme Pareto Optimum Teorisi adını verdi.

Bazı matematiksel yöntemler kullanarak ispatlamış olduğu ekonomik duruma ve bu duruma ulaşılması halinde insanların kendileri için faydalı olan mal ve hizmetlere olan ihtiyaçları, en üst şekilde tahmin edilir. Bununla beraber modern refah teorisinin de temellerini ortaya koymuş oldu.

Bu teori ile, genel refah seviyesi ancak başka bir kişinin faydasını azaltmadan en az bir kişinin sağladığı fayda da bir artış sağlandığında yükseltilebilir sonucunu görmüş oluruz.

Bazı ABD’li ekonomistler bu ilişkileri farketmelerine karşılık bu ilkelerin uygulama olarak hayatımıza gitmesi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşmeye başladığını görürüz.

Kısacası ekonomide çıktıların %80’nin, girdilerin %20’sinden, sonuçların da % 80’nin, nedenlerin ise %20’ sinden kaynaklı olabileceği düşüncesi, iktisatda 80/20 ilkesi olarak
ifade edilen Pareto ilkesinde ürünlerin %80’nin, varolan kaynakların ise %20’si tarafından gerçekleştiği düşüncesine dayanmaktadır.

İktisat öğrenimi gören okurlarım bu yasayı iyi bilirler ama bunu her yaptığımız uygulama girişiminde bu kural (80/20) kesindir diye düşünmemiz bizleri yanılgıya da düşüreceğini
unutmayalım.

Çünkü girdiler ve çıktılar arasında 65/35, 75/25, 70/30 veya aradaki sayıların herhangi bir kümelenmesi şeklinde de olabileceğini unutmamak gerekir.

Yani, muhasebe de hesap yuvarlaması dediğimiz hareketlerde davrandığımız gibi bu ilkeleri uygulama esnasında da bu şekilde düşünerek matematiksel oranlama yapabiliriz.

Buradan çıkacak olan sonuç şudur; nedenler ile sonuçlar arasındaki dengesiz orantılar kaçınılmaz neticeleri ortaya çıkarır.

O halde, işletmelerimizde bu orantıyı nasıl ve nerede uygulamalı ve olumlu sonuçları sağlarız. Bunun için de bazı araştırmacıların örneklemeleri üzerinden size bilgi paylaşmaya
devam ediyorum.

Yatırımcı, yazar Richard John Koch kaleme aldığı 80/20 İlkesi kitabında, günlük yaşantımızda gerek ev ve işletmelerde Pareto ilkesinin uygulamaları ile ilgili gözlem ve saptamalarına yer vermiş ve yaşantımızın her alanında ilkenin geçerliliğini anlatmıştır.

Dostlarım özetlersek eğer; günlük yaşantımızda ki bir çok etkinin yalnızca %20’sinin gerçekten önemli olduğunu ve kişisel zaman yönetimimiz için %20’lik kısmına ağırlık vermenin gerekliliğine önem vermenizi Koch gibi bende inceleme ve uygulamalarımda sonuçlarını gören biri olarak tavsiye ediyorum.

Dünyada enerji üretiminin %80’i dünya nüfusunun %20’si tarafından tüketiliyor. Karayolların da sıkça rastladığımız ve bizi strese sokan trafik sıkışıklığının %80’i yolların %20’sinden kaynaklanıyor, bilim insanlarının %20’si bilimsel gelişmelerin %80’ni üretiyor, dünyadaki zenginliğin %80’ini dünyanın i % 20’si kontrol ediyor.

Evimizdeki halıların % 20’sinin %80 oranında yıprandığını görürüz, iş hayatımızda satışların %80’i ürünlerin %20’sinden gelmektedir, buna bağlı olarakta müşterilerin %20’si aynı sonucu bize gösterir. İşte bu ve buna benzer örnekleri ve çalışmaları sizlerle beraber inceleyeceğiz.

İşletmelerin dolayısıyla piyasaların verimlilik hesaplarını yaparken, optimum çözüm arayışlarından çok uzak olduklarını sürekli görürüz.

Çünkü 80/20 kuralına göre çalışanların, ürünlerin ve müşterilerin % 20‘si gerçekte elde edilen karın % 80’ninden sorumludur. Bu durumun gerçekliği varsa o zaman araştırmalar sonunda bu dengesizliği bize teyit etmiş olduğu anlaşılır.

Burada ki çıkarımlara göre sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; müşterilerin, ürünlerin ya da çalışanların % 80’i elde edilen karın sadece % 20 ‘sine katkı yapmaktadır.

Bunları Nasıl Başarabiliriz?

Burada yöntem çok fazla ama ben iki basit ama sonuç odaklı yolu anlatmaya çalışacağım. Bunlardan biri, elimizdeki kaynakları üretken olmayan alanlardan üretken alanlara yer vermek olacaktır.

Aslında sır buradadır. Bu alanlarda işletmenizdeki makinalardan işe başlamanız en doğru karar olacaktır. İşletmelerde yapılan en fazla hatalardan birisi makinalardaki verimlilik planlamasının yapılmaması ve izlenim yanlışlıklarıdır.

Aynı zamanda makinalarda ve çalışanlarda bir revizyon planı hazırlanıp uygulandığında
farklılıklar görülecek ve verimsizlik verimli hale gelecektir. (Bu tür uygulamalarda unutmayalım ki bir üretim sistemi, tekniği ve kesinlikle üretim akış planı olmalı)

Dostlarım, verimliliğin klasik tanımlamasında, mümkün olan en düşük kaynak harcaması ile en yüksek sonuca ulaşmaktır. Eğer üretim esnasında mevcut üretim sürecinde uygulanan
yöntemlerde girdilerin oranı, çıktıların oranına göre sonuç olarak gelişen üretim kapasitesinde olan değişimler, girdi/ çıktı ilişkisinde bir gösterge düzeyini bize ifade eder ki bu bir matematiksel ifade şeklidir.

Kısacası Verimlilik=Çıktı/Girdi formülüyle basitçe anlatılır. İşletmelerimizde bizler bunu şu şekilde anlamalıyız; verimlilik göstergesinde yukarıdaki formüle göre nokta tespitler
yaparak, girdi ve çıktıların kesin olarak belirlenmesi gerekir ve bunların yapılabilmesi için de bir bilgi sisteminin uygulanmasının var olması şarttır.

Bunun için oran hesaplama yöntemleri vardır ve bu yöntemleri gelecek sayılarda sizlere anlatacağım. Şimdi tekrar Pareto kuralına dönelim ve örneklemelere devam edelim.

80/20 kuralının bize açıkça anlatılan şekli; nedenler ile sonuçlar, girdiler ile çıktılar üretimde gösterilen çabalar ile alınan karşılıklar arasında bir dengesizlikler bulunur.

Oluşan bu dengesizlikleri matematiksel olarak değerlendirdiğimiz zaman 80/20 ile ilgili ilişkilendirmeleri dengesizlik için bize iyi bir ölçüt oluşturabilir ve sonuçların, çıktıların
yada çaba karşılığının yüzde 80’i nedenlerin girdilerin veya oluşturulan çabaların yalnızca yüzde 20 sinden elde edilebildiği görülecektir.

Bir örnekleme yapacak olursak, özellikle ülkemiz sağlık harcamalarının açıklanmasında karşımıza ilaç kullanımları veya sağlık harcamalarının çok büyük bir oranda olduğu söylenir.

Burada nüfusun yüzde 20’si ya da hastalıkların yüzde 20’si, eldeki kaynakların yüzde 80’ini tüketmektedir. Bu durum sağlık harcamalarında büyük açıklar verir ve dışarıdan kaynak aktarımı şart olur.

Bir örnekte işletmelerden verelim; diyelim ki bir işletmenin 100 ürünü olsun ve bu yüz ürünün yüzde 20’si en karlı ürün olsun. Bu durumda bu yüzde 20 karlı ürün işletmenin yüzde
80’inden sorumlu olduğu ortaya çıkacaktır ki dengesizlik kuramını burada da görmüş oluruz.

Bunu şematik olarak ele alalım;

yuzdeyuz-yuzdeyirmi-yuzdebir-pasta-grafik

Burada anlattıklarımız bir ölçüttür ve sadece kesin rakam olarak anlaşılması yanlışlıklar doğurur. Daha öncede ifade ettiğimde oranlar 35/65, 50/50 25/75 şeklinde olması
muhtemeldir.

Yani karlılıklar değişken olabilir hatta üretilen tüm ürünlerdeki karlılık oranları eşit dahi olabilir.
Burada 80/20’yi bir kıstas değerlendirmesi olarak size anlatıyorum sonuçlar değişkenlik gösterebilir.

Önemli olan üretimlerimizde verimlilik esasını ciddiye alıyor muyuz? Bu soruların çözüm yöntemlerinden sadece birini sizlere aktarmış oldum.

Unutulmaması gereken, belki tuhaf olabilir ama ürünlerin her zaman küçük kısmı karların büyük kısmını üretir.

Verimlilik

  • Verimlilik nedir?
  • Verimlilik göstergeleri nelerdir?
  • Verimlilik nasıl hesaplanır?

Umarım bu anlattıklarım ve anlatacaklarım sizlere yardımcı olur. Genel olarak bir tanım yapacak olursak, mümkün olan en düşük kaynak harcamaları ile en yüksek sonuca ulaşmaya verimlilik denir diye ifade edebiliriz.

Bir işletmede daha önce kullanılan makine, hammaddeler, iş gücü, kullanılan enerji ve yönetim kaynaklarının bileşiminden bir sonraki döneme ait görülen daha iyi, daha fazla ürün elde ediliyorsa eğer, verimlilik artmış demektir.

Bu ifadelere göre verimlilik tanımını biraz daha açalım: mevcut durum üretim sürecinde uygulanan yöntemlerde, girdilerin miktarlarında, üretimdeki kapasitelerde ve aynı durumda çıktılarda oluşan değişimlerin çıktı/girdi ilişkileri seviyesindeki görülen göstergelere verimlilik diyoruz.

Matematiksel olarak da bunu verimlilik=çıktı/girdi olarak açıklarız. Bu formül aslında hayatımızın her anında uyguladığımız bir durum.

Örneğin, cebimizde var olan bir miktar para ile alışverişe gittiğimizde en uygun fiyat seçeneklerini gözlemleyip alış verişi yaparız ve eğer hesabımızın sonucunda alıma yönelik avantajı elimizde kalan para miktarına bakarak gördüğümüzde cebimizde aslında bir verimlilik artışı sağlamış oluruz.

Basit bir örnek de olsa bu gösterge işletmelerdeki verimlilik planlamalarına benzerlik gösterir. Bir başka deyişle verimliliği, bir hizmet yada üretim sürecinde, belli bir dönemde üretilen ürün ve hizmetlerle ki bunlar çıktıdır; bu üretimi gerçekleştirmek için kullanılan kaynakların ki buna
girdi diyoruz, o zaman verimlilik: birbirlerinin oranlamasıyla elde edilen bir katsayıdır diyebiliriz.

Verimlilikte ki artışlar, işletmelerde girdi maliyetlerinin düşmesiyle birlikte işletme düzeyinde daha kaliteli üretimi ve devamında daha çok gelir ve kar demektir.

Bunların tümü daha verimli bir yöntem ve çalışma ile sağlanacağından, çalışanların ve yöneticilerin bu sonuçlara bağlı olarak işletmelerin geleceğinde ortak bir pay sahibi olduklarını ve rol oynadıklarını görmüş oluruz.

Aynı zamanda çalışanlar böyle bir durumda kendilerinde oluşan bu pozitif olumlama ile işletmelerine optimum katkı sağlamaya devam ederken , sorumluluk bilinci ile kazançlı olacaklarını göreceklerdir.

Verimlilik artışları işletmelerin kendisi yanında bulunduğu ülke açısından da faydalar sağlayacağı görülür. Daha fazla istihdam , refah seviyelerinde artış hatta ülkenin enflasyon oranlarını dahi olumlu etkileyeceği sonuçlar ortaya çıkaracaktır.

Fakat unutulmaması gereken en önemlisi ise verimlilik artışlarında kaliteden ödün verilmemesidir. Verimlilik üretimin her aşamasında olmalı , optimum kaliteli üretim ve
uygulanan yöntemlerin doğruluğu ve sürekliliği devam ettiği sürece işletmelerin geleceği de teminat altına alınmış olacaktır.

Değerli sektör dostlarım, verimlilik için bizlere yol gösteren, danışman olan bir çok yöntemler var. Hepimizin işletmelerinde bir kalite yönetim sistemi uygulaması var. İSO olarak kısaca ifade edilen bu sistem dahi, verimlilik esasına dayalı bir uygulama olup işletmelere büyük katkı
sunmaktadır.

Yeter ki bu sistemin gereklerine uyum gösterilsin sonuçların çok yararlı olacağı aşikardır. Aslında TSE belgeleme esnasında verimliliğe ait bir çok yöntem işletmelere sunulur, dediğim gibi birazda kaliteli üretimi istemek ve bunu yapabilmenin sırlarını, yani verimliliği ön plana çıkaracak uygulamalar sürdürülsün.

Verimlilik üzerine bir çok uygulama yöntemleri bulunmakla beraber bu yöntemleri işletmelerde sabırla uygulamak esastır diyebiliriz. Bunlardan bir tanesini söyleyecek olursak: Kaizen tekniği
ile verimlilik süreci. Bu ve buna benzer üretim sistemlerinin uygulanmasında verimlilik esası düşünüldüğünde sonuçlar başarılı olmaktadır.

Dünyada bu sistemleri üretimlerine uygulayan işletmeler çalışma disiplinini, kaliteli üretimi, maksimum tasarruf tedbirlerini bir arada uygulayarak verimli sonuçlar almaktadırlar.

İşletmelerde verimliliği arttırmanın başka yöntemlerinden biri de otomasyon uygulamasıdır.
Minimum hata ve üretimdeki veri artışlarına geçişte otomasyon uygulaması üretimlerde verimliliği arttıran nedenlerin başında gelmektedir.

Tüm bu uygulamaları yaparken yine de verimlilik hesaplamaları olmadan işletmede
süreç devam etmeyecektir. Verimlilik denildiğinde istatistik verileri unutmayalım ve bazı modellemeler ile yöntemi belirlemeli ve sisteme entegre etmeliyiz.

Bu modeller uzun yıllardan beri uygulanmakta olup sonuçları verimlilik artışı ve başarı sonuçlu bulunmuştur. En çok bilinen ve uygulanan modellere kısaca değinecek olursak: Kurosawa, Sumanth, Ramsay, Katma Değer ve Norveç POSPAC modelleri en çok uygulanan modellerdir.

Yukarıda Kurosawa, posac, katma değer, Ramsan, Sumanth gibi modellemelerden söz ettim.

Yazım bu kısmı tamamen bu modellemeleri ve iş gücü verimliliği hakkında olacak belki çok teknik gibi gelebilir, sıkılabilirsiniz ama anlattıklarım birer özet niteliğinde olup endüstri devlerinin kullandıkları modellemelerdir ve aklımızın bir kenarında olmasında yarar vardır diye düşünüyorum.

Umarım sizlere ve işletmelerinize de katkım olursa mutlu olurum. Öncelike iş gücü girdilerinin iş verimliliğine olan katkıları üzerinde ki saptamaları anlatarak satırlarıma başlıyorum. Üretimde iş gücü, teknolojinin en son nesli olsa bile uygulamalar esnasında bir iş gücüne, iş görene gereksinimler duyulur ve bu gereksinim içindeki gücün varlığı etmen bir faktör olarak karşımıza çıkar.

Tüm maliyet analizlerini yaparken iş gücü girdilerine mutlak yer vermek zorundayız ve bu açıdan modellemelere geçmeden iş gücü verimliliği ve iş gücü girdisi ne demek bir göz atalım.

Önemli bir faktörel güç olan fiziksel iş gücü girdilerini belirlemek için ölçütleme yapmalıyız ve bu ölçüt sonuçları bize iş gücü girdilerinin hesaplamasında yardımcı olacaktır.  Genellikle iki türlü ölçütlemelere yer verilir.

  • Bu ölçütlemelerin ilki, iş gücü girdisini bize gösteren çalışan- iş gören sayısı türünden tanımlanır.
  • İkincisi ise üretim içerisinde varlığı olan çalışan sayısından çok kullanılan zaman bakımından ifade edilen iş  gücü zaman (saat cinsinden) ölçütüdür.

Birinci ölçüt durumunda çalışan iş görene düşen birim üretim oranları ki bunlar kg, ton, parça sayısı, m ve m2 cinsinden veya daha farklı ölçüm değerleri sayılabilir. İkinci ölçüt değerlendirilmesinde ise, saat başına  düşen çalışılan üretim oranlarıdır.

Verimlilik yönünden bakıldığında üretim girdisi bakımından çalışan sayısı yani iş gücü ölçütü en fazla kullanılan yöntemdir. Fakat en uygunu ve bize doğru karşılık olarak çıkan ölçütlerin başında ikinci ölçüt olan zaman ölçütü gelir.

Çünkü çalışma saatleri dışında kalan tatiller, yemek ve çay saatleri, grev veya işi tamamlamama, geciktirme gibi nedenleri de göz önünde bulundurarak üretim sırasındaki çalışma sürelerini dikkate almak gerekir.

Çok parçalı üretim şekillerinde bu ölçütler önemli olup zamanlama sürecinde bant akışında durmalar yaşanacak ve verimlilik düşecektir.  Tüm bunların yanında önemli olan parasal değerlendirme ölçütüdür ki burada çalışanlara yapılan tüm ödemeler değerlendirilmeli açık bırakılmamalı ve bunları yaparken de alt ve üst birim sınıflandırmalarına da bu ölçütlemede yer verilmelidir.

Gelelim verimlilik modellerine; bir kez daha hatırlayalım bu modeller nelerdi?

En yaygın olan Kurosawa modelinden biraz söz edelim. Üç alt model üzerinde durulmuş ve detaylandırılmıştır. İlki WPMR diye kısaca ifade edilen oranlara karşılık gelen iş gücü modelidir
ve bu model içinde çalışanlar ve yöneticiler ele alınır, özellikle bir çalışan, iki kademe yöneticisi ve bir de üst yönetim bulunur.

Bu sistemde iş gücü kaynağının efektif kullanımındaki sorumluluğun önemi yer alır. Kurosawa modelinin bu  alt sistemi daha çok sanayide iş gücünden fazlasıyla yararlanan işletmelerin tercihi olmuştur.

Diğer alt model olan index sayı sistemi diye adlandırılan modelde ise değişken yapılarda olan iş gücü verimliliğini hiyer arşik yapıda bulunan sistemleri geliştirmiş ve burada çalışılan, çalışılmayan günleri, çalışmanın olup ta kullanılmayan saatleri ve kayıp süre ile etkili çalışma sürelerini belirlemede kullanılmasının yararını gösteren bir sistem olarak karşımıza çıkar.

Aslında dostlar, bu anlattıklarım bir istatiksel verilerin matematiksel iz düşümüdür ve bizi yine 80-20 kuralındaki sonuçlara götürür.  80-20 kuralının işletmelerde ve yaşantımızda önemi anlatımlarıma iki sayıdır yer vermesem de tüm bu modellemelerin sonucu 80-20 kuralını iyi özümsemekten geçtiğini ve uygulama da bunları birlikte göreceğiz ve yer vereceğiz.

80-20 kuralının çok yönlü olduğunu söylemek yerinde olacaktır sanırım. Bir çok alanda ve özellikle iş ve özel yaşantımızda bizi yönlendirmede faydalarını daha önceki satırlarda dikkat çekmiştim.

Özellikle finansal ilerlemede ve strateji belirlemede  80-20 kuralı bir danışman gibi bizlere destek olacaktır. Karar almada, strateji belirlemede, işletmelerde maliyet analizlerini yaparken bu kuralları uygulayabilmek bizleri verimlilik yönünden başarıya götürecek yöntemlerden biri olarak yanımızda olacaktır.

80-20 kuralı uygulamalarında ticari olarak işletmelerimizde nasıl ve nereden başlayarak ilerlememiz gerektiği konusunda bu sayıdan sonra daha detaylı anlatacağım. Ama sözlerimi bitirmeden gelecek sayıdaki yazımızın başlangıcı olarak işletme faaliyetlerimizde en önemli olan uygulamaları maddeler şeklinde hatırlatmak isterim.

• Karar alma ve analizdeki uygulaması,
• Kaliteyi nasıl belirler ve uygularız,
• Strateji belirleme ve uygulanması,
• Bilgi teknolojilerinin bu kurala göre uygulanması,
• Pazarlamadaki kurallar bütünü,
• Satışta 80-20’nin önemi ve uygulama sonuçları,
• Maliyetlerin düşürülmesi,
• Proje yönetiminde uygulama.
• Envanter yönetimi nasıl olmalı ve son olarak pazarlık; bu kuralda nasıl olmalı ve sonuçlarının görülmesi. Bu özet şeklindeki başlıkları gelecek sayılarda birlikte göreceğiz.

Görüşmek üzere esen kalın..

Yılmaz CAYMAZ
Yılmaz Caymaz’ın Sektörüm Elektrik Aydınlatma dergisinde kaleme aldığı pazarlama, satış ve özgün içerikli makalelerimize bu sayfamızdan ulaşabilirsiniz. İSTANBUL ELEKTROMARKET GENEL MÜDÜRÜ Yılmaz CAYMAZ Genel Müdür/General Manager