Kurgu bilimin çoklu evreni her türlü robot ile doludur. Favorini seç: Dr. Who fanları Zaman Lordu’nun mekanik köpeği K9’ı seçebilir. Belki de Transformer’lar galaksideki en havalı robotlardır. Edebiyatseverler ise Asimov evreninden R. Daneel Olivaw karakterini tercih edebilir.
Belli bir neslin üyeleri ise robot aleminin Laurel ve Hardy’sine hayranlık besleyebilir yani C-3PO ve RD-D2.
George Lucas bu ilginç ve karizmatik droidleri 1977’de bizlerle tanıştırarak popüler kültür ve (hatta bilim insanlarının) robotların nasıl hareket etmesi ve davranması hakkındaki bakış açısını sonsuza kadar değiştirdi.
Science Robotics’te geçtiğimiz ay yayınlanan bir gazete, çok çok yakınlardaki bir galaksideki robotların bir gün içlerinde bulundukları çevre ile nasıl etkileşim kuracaklarını tartışmak için Star Wars serinin son filminden esinlendi.
Texas A&M Üniversitesinde tanınmış robot bilimci Robin Murphy, yeni Han Solo filminde gördüğümüz L3-37 adlı droidin robot bilimindeki önemli bir gelişmeyi, yani kendisini değiştirebilme yeteneğini temsil ettiğini söyledi.
Filmde L3-37 hızlı konuşan, motivasyonu yerinde bir robot ve droidlerin bağımsızlığına kesin destek veriyor. Bir evrim şekli olarak parçalarını değiştirebiliyor, çok farklı droidlerle parça alışverişi yapabiliyor.
Arama kurtarma robotları alanının öncülerinden biri olan Murphy, kendisini değiştirebilen robotlar yaratabilme yeteneğinin çeşitli avantajları olduğunu söylüyor.
Kendini değiştirebilen bir robot, belirli bir görevde kendini daha verimli hale getirebilir diyen Murphy şunları ekledi: “Fonksiyonel verimlilikteki bu artış, bir tek görev için optimize edilmiş yeni bir robot satın almaktan çok daha fazla ekonomik avantaj sağlar.”
Murphy, bunun bir diğer avantajının da kendini değiştirebilen bir robotun kendisini tamir edebilmesi ya da Science dergisinin robot bilimcilerin önündeki en büyük zorluk olarak tanımladığı hasar giderebilme olduğunu belirtti. Bu aynı zamanda bilim kurgu alanında da sıkça işlenen bir konudur.
Örneğin, Automata filminde betimlenen korkunç gelecekte, Asimov’un Robot Biliminin Üç Kanununun bir çift kuralın yolunu açtığını görüyoruz.
Robotlar hiçbir yaşam formuna zarar veremez ve kendilerini ya da diğer robotları hiçbir şekilde tamir edemez, değiştiremez ya da modifiye edemezler.
Bu bildiğimiz bir hikaye: Yok oluşun eşiğindeki insanlar yakın zamanda robotların onların yerini alacağından korkuyor.
Yürümeyi Öğrenen Robot
Antonio Banderas’ın canlandırdığı dazlak anti kahraman Jacq Vaucan’dan korkmak için nedenlerimiz olsa da bu korkunç gelecek öncesinde çoğu robot yürümeyi öğrenir.
Elbette, bir jimnastikçi gibi zıplayan ya da kolaylıkla Kapıları açan robotlar görüyoruz.
Ama bunlar genellikle (ve etkileyici bir şekilde) tek bir işlevi gerçekleştiren robotlar.
C-3PO gibi sakar bir robot dahi önüne bir engel çıktığında nasıl çömeleceğini bilirken R2-D2, Ölüm Yıldızının koridorlarında hızla hareket edebilir ya da Tatooine çöllerinde tuhaf bir şekilde sendeler.
Dinamik ve çeşitliliğe sahip bir ortamda işlevsel olabilecek robotlar tasarlamak ve üretmek için gelecekte bizi yönetecek olanların kendilerini adapte etmeyi öğrenmeleri gerekir.
Darwinizmden evrimsel robot bilimi olarak adlandırılan bir bilim dalı—yola çıkan Norveçli araştırmacılar Dyret (Yapılandırılmış Testler için Dinamik Robot) adlı dört bacaklı hantal robotu tasarladı. Dyret’in başlıca amacı ise nasıl yürüyeceğini öğrenmek.
Dyret’i kar üstünde sallanarak yürürken izlerken ilk başta kendimizi kötü hissediyoruz ama makine öğrenme algoritmaları bu dört bacaklı robotun daha dikkatli ve daha özgüvenle yürümeye başlamasına yardımcı oluyor.
Her adım için mükemmel yürüyüş şeklini öğrenerek gerekmesi halinde her bir bacağını birkaç santimetre uzatabiliyor ya da kısaltabiliyor.
Oslo Üniversitesi Robot Bilimi Araştırma Grubu ve Akıllı Sistemler bölümünden, Dyret’in geliştirilmesinde rol oynamış olan profesör Jim Tørresen’e göre kendini değiştiren robotlar nihayetinde yeni robot bedenlerinin kendi ortamlarındaki geleneksel robotlardan daha verimli bir şekilde işleye bilmesini sağlayacak.
Tørresen Singularity Hub’a verdiği demeçte, “Çeşitli ve değişen bir ortamda faaliyet gösteren robot uygulamalar kendini değiştiren robotlardan avantaj sağlayabilir.
Örneğin, bir ev hizmetleri robotu düz zemine, basamaklara ve bahçe alanlarına uyum sağlayabilir,” dedi.
Robotik hareket yeteneği üzerine çalışmalar devam ederken, robotların evrim geçirmeleri ve içinde bulundukları ortama uyum sağlamalarına imkan tanıyacak donanım ve bileşenleri geliştirmek de en az Dyret’in kendi kendine öğrenmesine imkan tanıyan makine öğrenme algoritmalarını yazmak kadar zor.
Tørresen konuyla ilgili olarak, “Hem çalışan hem de uygulanan yüke dayanabilecek kadar güçlü, uyum sağlayabilen bir robot için parçalar geliştirmek büyük bir yaratıcılık ve zaman gerektirdi,” dedi.
Dyret’in uyum sağlayabilir mekanizmalara sahip fiziki bir prototip olduğunu ve ekibinin bu robotun tasarımını gelecekte yapılacak araştırmalar için başkalarıyla paylaştığını belirtti.
Model simülasyonları gerçekleştirmek geleceğin C-3PO’larını ancak bu noktaya getirebilir.
“Robot parçaları ve robot davranışları—mekanizmalar, etkileşim ve daha fazlası—zaten günümüz robotlarında mevcut, ancak bazı gelişmiş yetenekleri görmemiz yıllar alacak,” diyerek sözlerine devam etti.
“Önümüzdeki en büyük engel, robotların özellikle çözmek için eğitilmedikleri görevleri çözebilmelerini sağlamak.”
Robotlar Konuşmaya Başlamadan Önce
Science Robotics’te yayınlanan makalesinde Murphy, sürü robotlardan origami robotlarına araştırmacıların kendini değiştirme sorununu nasıl aştıklarını belirtiyor.
Kendini tamir etme yeteneği dahi—ki sinematik evrenlerin birinde yasaklanmıştır—günümüzde mümkün.
Murphy, Uluslararası Uzay İstasyonu’nda kullanılan robotik sistemden örnek veriyor. Robotik kol, kolun dirsek kısmındaki arızalı bir kamerayı değiştirmek için Dextre adlı bağımsız robotik elini yerinden çıkardı.
Bu işlemin otonom bir şekilde gerçekleşmediğinin altını çiziyor. En azından şimdilik.
Murphy bu yazısıyla Star Wars evrenini ilk defa irdelemiyor. Science Robotics Şubat sayısında yayınlanan makalesinde C-3PO ve R2-D2’nun robotik yapılabilirliğini gerçekler ve hayaller bağlamında ele almıştı.
R2-D2’nun iletişim kurma yolunu ele alalım, yüzlerce farklı kuş türü gibi cıvıldıyor ve vızıldıyor.
Diğer karakterler ise bu görünürde anlamsız sesleri anlayabiliyor.
Gerçek hayatta ise araştırmacılar, insanların robotlardan gelen sözlü olmayan iletişimi anlayabildiklerini buldular.
Murphy yazısına, “bu biplemeler ve cıvıltılar hoş ama en az etkili iletişim kadar önemli bir şekilde ruh halini yansıtıyor,” şeklinde devam etti ve aynı araştırmada, “bu isyancı droid etkileşimini sağlayan biplemeler ve cıvıltıların gerçek robotların çocuklar ve yetişkinlerle iletişim kurmalarında etkin bir şekilde kullanılabileceğinin ortaya koyulduğunu” belirtti.
Robotlar İnsanlara Hizmet için
İnsanları devasa bir batarya güç kaynağına bağlamak yerine (The Matrix’te olduğu gibi) robotların bize yaşlı bakım hizmetleri gibi alanlarda hizmet etmelerini beklemek daha makul olur.
Örneğin, Reuters’ta yayınlanan bir rapora göre Japonya gibi ülkelerde nüfusun yaşlandığı gerçeği bir robot ordusunu gerekli hale getirebilir.
Bu raporda Japon hükumetinin 2025 yılında gerçekleşmesi beklenen 380 bin uzman açığını kapatmaya yardımcı olacak yaşlı bakım robotlarının geliştirilmesine maddi destek sağladığı belirtildi.
Bu da her bilim kurgu filminin insanoğlunun köleleştirilmesiyle sonlanması gerekmediğini ortaya koyuyor.
Tørresen, “Bilim kurgu film yapımcıları sıklıkla robot bilimin olumsuz sonuçlarına odaklanıyorlar ve şahsen bunun gelecekte görmeyi bekleyeceğimiz şey olmadığını düşünüyor ve umuyorum.
Robot üreticileri evde ve iş yerinde çeşitli ihtiyaçları karşılamaya yönelik üretim gerçekleştirirdi ve bunlar tüketici olarak faydalı olduğunu düşündüğümüz ve popülerlik kazanacak robotlar olacaktır.”
ÇEVİRİ: SEKTÖRÜM DERGİSİ