Tarihsel süreç boyunca insanlar, hayatlarını devam ettirebilmek için birçok arayış içinde bulunmuşlardır. Bu arayışlardan biri de bulundukları ortamı nasıl aydınlatacakları olmuştur. Genel olarak bakıldığında bu aydınlatma sorununun tarih öncesine dayandığı ve dönemin getirdikleri şartlara göre de kendi için de zaman zaman çeşitli yöntemler denediği görülmüştür.
Gaz Lambası
Tarih öncesi çağlarda elektrik enerjisini kullanmadan önce farklı enerji kaynakları ile aydınlatılma sağlanmıştır. Osmanlı Döneminde ise sıklıkla mum, meşale ve yağ lambası gibi elde taşınmaya müsait, basit aydınlatma yöntemleri tercih edilmiştir. Erken Osmanlı Döneminde sokaklarda ışıklandırmaya dair bir sistem yoktu.
Elde taşımaya müsait olduğu için mum ve kandillerin yaydığı ışığı yanlarında götürebilmişlerdir. Bu sayede geceleri güvenlik açısından problemli olan yaşam tarzı için halka yeni bir bakış açısı vermiştir.
Bir süre sonra sokaklara kandiller ve fenerler taşındı. Bu gelişme ile birlikte IV. Murat döneminde (1623 – 1640) yatsı namazından sonra fenersiz dolaşmak yasaklandı.
- yüzyıla kadar saray, hane ve konaklar çıra, kandil ve balmumları ile aydınlatılmaktaydı. Zaman içerisinde varlıklı aileler konak ve yalılarının önlerine kandiller asmaya başladılar.
Gün geçtikçe giderek yaygınlaşan bu amatörce yöntem ilk cadde ve sokak aydınlatma çalışması olarak başlamış bulundu.
Hava Gazının Keşfi
Tüm dünya ile paralel ilerlemekte olan bu aydınlatma çalışmaları önemli bir gelişmeye sebebiyet verdi. O dönem için önemli sayılabilecek bir adım atıldı.
Maden kömürünün yakılması ile elde edilen havagazı özellikle aydınlanma ve ısınma için kullanılmaktaydı
Havagazının Londra’da 1807 yılında sokak aydınlatılması olarak kullanılmaya başlanmasıyla resmen gündelik hayatın bir parçası olarak yer edindi.
Daha sonra 1817’lerin başlarında Amerika’nın Baltimore şehrinde kullanılmaya başlanan havagazı diğer ülkelerde de yayılmaya başladı.
1820 yılında Paris’te bir sokakta karşımıza çıkan havagazı kullanımıyla yağ lambalarının kullanımı giderek eskilerde kalmış oldu.
Bu süre zarfında Osmanlı Devleti de batıdaki gelişmeleri yakından takip etmekteydi. Mümkün olduğunca gelişmeleri ve yenilikleri transfer etmeye gayret göstermekteydi.
Dünyada ve Türkiye’de dolayısı ile İstanbul’da da modern aydınlatmanın öncülüğü yapılmak istendi. Bu süre zarfında İstanbul’da geceleri fener taşımak hala zorunlu haldeydi.
- Murat döneminde fenersiz gezmenin yasaklanmış olması da devam etmekteydi. Herkes fener taşımak zorundaydı.
Fenersiz yakalanmanın cezası vardı. Fenersiz gezmeme kuralına uymayanlar için iki tür ceza vardı. Cezaevine gönderilmek ya da hamam külhanlarına atılarak sabaha kadar külhanları yakmak zorunda kalmak.
Fransa ve İngiltere’de yaygınlaşan havagazı kullanımı sırasıyla tüm coğrafyaya yayılmış durumdaydı. İstanbul’da havagazının kullanımı ise Sultan Abdülmecid (1839 – 1861) dönemine denk gelmiştir.
İlk olarak 1853 yılında Dolmabahçe Sarayının aydınlatılması ile havagazı kullanılmış oldu. Dolmabahçe sarayının aydınlatılması işlevini görmeye devam etmesi içinde saray ahırlarının arkasına Dolmabahçe Gazhanesi inşa edildi.
İlk başta sadece Dolmabahçe sarayının aydınlatılma işlevini görmekteydi. Üretim fazlalığının artması ile 1856 yılında o dönemde Cadde-i Kebir adıyla bilinen bugünkü İstiklal caddesi aydınlatıldı.
Her türlü yeniliğe açık olan Abdülmecid döneminde, önce Taksim’den Galatasaray’a daha sonra da Galatasaray’dan Tünel Meydanı’na oradan da Kadıköy’e kadar sıralanan lambalar ve Dolmabahçe Gazhanesinden çekilen döküm şebeke boru hatları ile gaz verilerek sokaklar aydınlatılmıştır. Hatta İstiklal Caddesinin aydınlatılmasından sonra Pera’daki varlıklı ailelerinin konutlarına havagazı dağıtımına başlanmıştır.
Sonraki on yılı aşkın sürede İstanbul’un hemen hemen her noktasında havagazı ile aydınlatma sistemine geçilmiş oldu. Artık İstanbul’da havagazı ile geceleri aydınlatma günlük hayatın bir parçası haline gelmiş oldu.
Bununla birlikte Dolmabahçe Gazhanesi tek başına yeterli olamamaya başlamasıyla birlikte sırayla 1865 yılında Kuzguncuk Gazhanesi, 1880 yılında Yedikule Gazhanesi, 1891 yılında ise Hasanpaşa Gazhanesi yapılmıştır. Zira bütün caddelerin havagazı ile aydınlatılıyor olması belediyelerin başlıca görevlerinin arasına çoktan girmişti bile.
Osmanlı Elektrikle Tanışıyor
Avrupa’nın gelişmiş şehirleri 1880 yılında elektrik ile aydınlatılmaya başlanmış olmasına rağmen İstanbul’da uzunca bir süre havagazı kullanımı sürdü. Bunun en büyük sebeplerinden biri o dönemin padişahı olan II. Abdülhamid’in elektriğin kullanımına mesafeli olmasıydı. Fakat 1878 yılında İstanbul sokaklarının elektriklenmesine yönelik ilk adım gerçekleşti.
Bir Fransız firmasına ait olan Société Générale d’Electricité de Paris (Paris Umumi Elektrik Şirketi) İstanbul sokaklarını aydınlatma çalışmalarını üstlenmeyi talep etti. Taleple ilgili olumlu dönüş yapan II. Abdülhamid ile 7 Eylül 1879 tarihinde, Paris Umumi Elektrik Şirketi’ne imtiyaz veren ferman-ı âli çıktı.
Şirket temsilcisi Charles Toucas, 13 Kasım 1879 tarihinde yurt dışından gelecek olan işçilerin ve aletlerin Yıldız Sarayı’nda deneme yapılmasına izin verilmesi için başvuruda bulundu.
Osmanlı Devleti’nin onayına ve başvurunun kabul edilmesine rağmen 1879 yılındaki bu girişimden maalesef olumsuz bir sonuç çıktı. Her ne kadar olumsuz sonuç çıkmış olsa bile elektrik gündemi Osmanlı Devleti’nin gündemine girmiş oldu.
Elektriğin ne kadar önemli olduğunu bilen devlet, eğitim almaları için yurt dışına öğrenciler gönderdi.
Bu gelişmelerden sonraki adım ise artık ülkede bir elektrik fabrikası kurmak oldu. Bunun için Paris’te tahsilini yapıp ülkelerine dönen Ramiz, Hüsnü ve Faik beyleri beklediler.
Haliç’teki tersane bünyesinde inşası kurulan fabrika, çalışmaların sonunda 1888 yılında tamamlanmış oldu. Haliç Tersanesi’nde kurulan ilk elektrik fabrikası ile fenerler ve gemiler için gerekli olan bütün imalatların yapılması sağlandı.
İlk Elektrik Fabrikasının Kurulması İle Aydınlatma Tekrar Gündemde
İlk elektrik fabrikasının 1888 yılında kurulmuş olması elektrikle aydınlanma konusunun tekrardan gündeme gelmesine sebep oldu.
Şehirdeki bazı binaların elektriklendirilmesi de akla gelen fikirler arasındaydı. 1889 yılının şubat ayında binaların elektriklenmesi ile ilgili konu tekrar gündeme geldi.
Mekteb-i Sanayi öğrencilerinin iaşesini temin eden Galata’da bir mağaza bulunmaktaydı. O dönemin tüccarı Mösyö Estaban tarafından kiralanmıştı.
Mağazaya yerleşmeden önce tadilat yaptırmak isteyen Mösyö Estaban elektrikli aydınlatma talebi ile elektrik konusunun tekrar gündeme gelmesine sebep oldu.
İstanbul’da daha önce bir binanın elektrik ile aydınlatmasına rastlanmamıştı. Bu o dönem için büyük bir adım olacaktı.
Keza II. Abdülhamid’in güvenlik kaygısı İstanbul’a elektriğin geç gelmesinin sebebi olarak görülmeye devam ediyordu. Bu atılım ile aynı zamanda elektriğin ilk defa binalarda kullanılması da tekrar gündeme gelmişti. Bu sayede Osmanlı Bankası da dahil olmak üzere gücü olan birçok müessesenin binalarını elektriklendirmeye başlandığına şahit olundu.
Elektrik ile aydınlatmanın az da olsa kullanılmaya başlanması, II. Abdülhamid’in konuyla ilgilenmesine vesile oldu. Bu ilgisi, elektrik hakkında bilgi sahibi olmak istemesine ve elektrikli aletleri kullanma arzusuna sebep olmuştu.
2. Abdülhamid’in ilgisinin git gide artması ile 1889 yılının mayıs ayında ilk elektrikli arabanın İstanbul’a gelmesi için sipariş verildi. Gemi ile İstanbul’a gelmesi sağlanan elektrikli araba ile ilgisi daha çok artan II. Abdülhamid’in bu istekleri devam etti.
O dönemin Paris şefi olan Münir Paşa aracılığıyla birtakım elektrikli aletlerin satın alımı devam etti. Münir Paşa, padişah için birçok satın alınan elektrikli arabaların ve aletleri bizzat takip etmekteydi. Bu satın alımların içinde o dönem elektrikli arabalar, elektrikli fotoğraf makinesi ve elektrikli şamdanlar bulunmaktaydı.
Abdülhamid bir yandan da İstanbul’un elektrikle aydınlatılmasını temin etme çabasını devam ettirmekteydi. O dönem İzmir şehrinin elektriklendirmesi için görüşülen Alman uyruklu Ferdinand’la İstanbul içinde görüşülmesini talep etmişti.
II. Abdülhamid Neden Çekinmişti?
Avrupa’nın gelişmiş şehirlerinde 1880 yılından itibaren elektrik ile aydınlatılmaya başlanmış olmasına rağmen, İstanbul o dönemlerde gaz lambası kullanmaktaydı. Birçok araştırmacı ve yazara göre bunun sebebi II. Abdülhamid’in elektrikle ilgili kaygılarına bağlanmaktaydı.
Elektriğin kullanımının artması ile birlikte II. Abdülhamid elektriğin tehlikelerinden ve kazalarına sebebiyet verdiğinden bahseden yayınlarla ilgili araştırmalar yapılmasını emretmiştir.
Avrupa ve Amerikan gazetelerinde zaman zaman elektriğin sebep olduğu kazaların yayınlanması bu konuda tedirgin olan II. Abdülhamid’i iyice tedirgin olmasına neden olmuştu.
Yıldız Sarayı’nın elektrik müdürü ve o dönemin fen müşaviri Emil Efendi ile gazeteleri incelediler ve Mekteb-i Sultanî ve Mekteb-i Sanayi fizik öğretmenlerinden alınan bilgiler ile kazalara sebep olan elektrik akımının 10.000 volt olduğunu gözlemlediler.
Yapılan araştırmalar ve gözlemler sonucunda elektrik kullanılan yerlerde “kuran kontünü” adı verilen, az tazyikli 110 voltluk elektrik enerjisi kullanıldığı ve bunun herhangi bir sakınca ya da tehlike arz etmediği tespit edildi. Dolayısıyla endişe edilecek bir şey yoktu.
II. Abdülhamid tüm bunları göz önüne alarak elektrik kullanımına bazı sınırlar ve tedbirler koydurttu. Dışarıdan elektrik ithal etmek isteyenler, devlete nerelerde kullanılacaklarını ve sorumlulukları üstleneceklerini beyan edeceklerdi. Bu şartlar ile 1892 yılında itibaren elektrik kullanımı bu şekilde var olmaya devam etti.
Elektrik artık yavaş yavaş kabul görmeye başlamıştı. Aydınlatmanın dışında tıbbi alanda da elektrikli aletler kullanılmaya başlandı. Tıbbı alanda kullanılan elektrikli aletlerin İstanbul’a gelmesinde herhangi bir engel çıkartılmıyordu. 1905 yılına gelindiğinde elektrikli aletler tıbbi alanının dışında da yer bulmaya başlandı.
Beyoğlu’nun bazı otellerinde ve dükkanlarında da elektrik kullanılıyordu. 1907 yılına gelindiğinde imkânı olan diğer müesseseler için elektrikli aydınlatma artık daha olası haldeydi.
Neredeyse o dönemin alışkanlığı haline gelmeye başlayan elektrik için artık rahatça tıbbi bir alet olduğuna bakılmaksızın kolay geçiş hakkı sağlanıyordu. 1907 yılının ağustos ayında artık tiyatro binalarında rahatça elektrik kullanılmaya başlandı.
II.Abdülhamid, aynı dönemde İstanbul şehrinin elektrikle aydınlatılmasına daha sıcak bakmaya başladı. O dönem için Tophane-i Amire’ye şehrin aydınlatılması için imtiyaz verdi.
Birçok seçenek arasında en doğrusunun Tophane-i Amire olacağına karar veren II. Abdülhamid tek başına yeterli olunamaması durumunda Avrupa’daki şirketler ile iletişime geçilmesi ve şartların araştırılmasına izin verdi.
Elde edilen araştırmalar sonucunda Fransa’daki Mösyö Gaston dö Lamat şirketi ile görüşüldü. Şirketin gönderdiği temsilci ile yapılan müzakereler sonucunda 22 Haziran 1908 tarihinde anlaşmaya varıldı.
II.Meşrutiyet Dönemi İle Başlayan Elektrik Süreci
Fransız şirketi ile yapılan anlaşma diğer şirketler içinde en uygun olanıydı. Fakat bu süre zarfında bazı siyasi olaylar patlak verdiği için bu anlaşmayı ikinci plana atılmak zorunda kaldı.
20. yüzyılın başlarında hem iç hem de dış bazı siyasi ve mali sıkıntılar yaşamaktaydı.
II. Meşrutiyetinin ilanından sonra İstanbul’a elektriğin getirilmesi ile ilgili gelişmeler o dönemde iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisinin temayülleri doğrultusunda yürütülmeye başlandı.
II. Meşrutiyet döneminde Alman ve İngiliz şirketleri elektriği Osmanlı’ya getirebilmek için rekabete girdiler.
O dönemde Alman imparatoru olan II. Wilhem İstanbul’u ziyaretinde yanında getirdiği projeleri Sultan II. Abdülhamid’e sunmuştu. Alman Büyükelçiliği’nin katkılarıyla Selanik ve İzmir’de elektrik altyapıları kuruldu.
İstanbul için imtiyaz talepleri devam etmekteydi. 1909 yılında Mehmet Ali Bey ile Paşazade Fazıl Bey ve onlarla aynı amacı taşıyan Mösye Margee İstanbul’un elektriklendirilmesi için izin istediler.
Aynı şekilde o dönemde Mister Gaston Vreimann’ın girişimi ve İstanbul’un Elektriklendirilmesi Şirketi adıyla kurulan müesseselerden biri de başvuruda bulundu.
Tabii sadece bunlar değildi. İstanbul Kanal Şirketi, Anadolu Demiryolları Şirketi ile Mister Brown ve Bavarie de benzer taleplerde bulundular.
Bu tür taleplerinin yanında, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa Osmanlı hükümeti önderliğinde devletin menfaatlerini göz önünde bulundurarak en uygun şartları sağlayan müesseseye izin verilmeseydi.
Tüm bu olayların ışığında düşünülen, başkent olan İstanbul’un Galata, Beyoğlu ve Boğaziçi’nin Rumeli yakasını kapsayacak bir izin verilmesiydi.
İstanbul’da hummalı bir şekilde devam eden şehri elektriklendirme çabalarının yoğunlaştığı bu dönemde, özellikle Beyoğlu civarındaki bazı ev sahiplerinin kendi imkanlarıyla konutlarında elektrik kullandıkları gözlemlenmeye başlamıştı.
Fakat hükümete göre, şehirde kullanılan elektrik kullanımı ve dağıtımı sadece kamuya ait bir uygulamaydı. Ev sahiplerinin kendi evlerini elektriklendirme çabası kamu menfaatini zedeleyen bir davranış olarak görülmekteydi.
Hükümet zaten yakın zamanda şehirdeki her yeri genel aydınlatma yapımı için harekete geçecekti. Bu sebeple elektriğin devlet tarafından üretilip dağıtılacağı zamana kadar konutlarda kullanılmasını yasakladı.
Konutlarda elektrik kullanımının yasaklanmasının devam etmesi ile şahsi hürriyetin engellendiğine dair şikayetler gelmeye başlamıştı.
Şikayetlerin daha çok yabancı uyruklardan gelmesi bir yana, devlet, şahısların elektrik kullanmasına karşı çıkmamalıydı. Bunun en büyük sebeplerinden biri ise Pera Palas Oteli’nin elektrikle aydınlatılması için gerekli benzinin yasaklanmasıydı.
Osmanlı Hükümetine göre Pera Palas yıllardır elektrikle aydınlanmaktadır. Burada esas değinilmek istenen nokta Pera Palas’ın elektriğini kesmek değil.
Asıl yapılmak istenen elektrik için getirtilmiş olan ve 1910 Birçok müessese kendi elektriklerini kullanabilmek için benzinlerini binada saklamaya başlamışlardı.
Hükümet bu tehlikelerinin önüne geçebilmek için Çubuklu’da bir benzin deposu ayarladılar. Bunların yanı sıra konutlarda elektrikle aydınlatmanın yasak olması hala devam etmeydi. Yapılan müzakereler sonucunda İstanbul şehri için elektrik kullanımının ne kadar önemli olduğu göz önündeydi. İlk planda şehrin Avrupa Yakasına elektrik getirilmesi planlar dahilindeydi. Eğer Avrupa Yakasına elektrik getirilirse sadece binalar değil aynı zamanda sanayi ve tramvaylar içinde elektrik kullanılabilecekti.
Bu gelişmeler neticesinde 1910 yılının Şubat ayında basına İstanbul’un elektrikle aydınlatılacağı ve tramvaylarında aynı şekilde elektriklendirileceği duyuruldu.
Alman, İngiliz ve Fransız firmaları konu ile ilgili ilgilenmek ve sadece aydınlatma konusunda değil şehrin ulaşımıyla da ilgilenmek için rekabet halindeydiler. Basında Alman ve İngiliz şirketlerinin daha çok rekabet halinde olacağı halka haber verilmişti.
Nafia Nezareti tarafından başvuran sekiz şirket incelendi. O dönemin şartlarına en elverişli olanın Macaristan’ın Ganz şirketinin karşılayacağına karar verildi ve ilan edildi.
Böylece İstanbul’un Rumeli caddesinin elektrikle aydınlatılması ve tramvayların elektriklendirilmesi ile yetki Budapeşte’de bulunan “Société Anonyme d’Electricite Ganz” Şirketi’ne verilmesi kesinleşti.
Verilen iznin süresi 50 yıldı. Başlangıçta sadece İstanbul’un Rumeli yakasında bulunan 1’den 12’ye kadar Şehrementi Belediye Daireleri ile Yeniköy’de bulunan 20’inci dairesi arasında olan diğer mıntıkalar İstanbul Havagazı Şirketi’ne aitti.
Elektrik Şirketinin Kurulması ve Şehrin Elektriklendirme Faaliyeti
İmtiyaz sahibi olan Ganz şirketinin ilk önce altı ay içinde bir Osmanlı anonim şirketi oluşturması gerekiyordu.
Bunun için hızlı bir hazırlığa girişildi. La Société Anonyme d’Elecricité Ganz, La Société Anonyme de pour Entreprise d’Elecricité et de communications, La Banque de Bruxelles, La Banque Generale de Credit de Hongrois, La Maison Giros et Loucheur şirketleri ile 1911 yılının Nisan ayında oluşturuldu. Bu kurulan müesseseye ise “Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi” adı verildi.
1911 yılının Eylül ayında Union Ottoman Société d’Intreprises Electriques à Constantinople (İstanbul Konsorsiyumu) ismi altında Tünel, Tramvay ve Osmanlı Anonim Elektrik şirketlerini bünyesinde barındırmak için bir konsorsiyum oluşturuldu. Konsorsiyum Alman, Fransız, Belçika, Macaristan ve İsviçreli gruplardan meydana gelmekteydi.
Kurulan bu Konsorsiyumun amacı şehrin ulaşım ve elektriklendirilmesi ile ilgili her türlü girişimleri yapmak ve sektörü kontrol altına almaktı.
1911 yılının eylül ayında elektrik fabrikasının kurulması için çalışmalara başlandı. Bunun için Haliç’te Silahtarağa’da Kağıthane ve Alibeyköy dereleri ağzında 118 metrekarelik bir alanda kurulması için sözleşmeler yapıldı.
Bu sözleşme gereği elektrik donanımının 1913 yılının haziran ayında tamamlanacaktı. Çevre kirliliğinin önüne geçilmek için Boğaziçi ve çevresine izin verilmiyordu.
Kurulan Fabrika, kömürü yakarak elektrik enerjisine çevirecekti. Elde edilen bu elektrik enerjisi tramvaylarda kullanılacak, sanayi tesislerine sağlanacak, ayrıca yeraltı ve hava hatları ile şehre elektrik dağıtılacaktı. Elektrik Fabrikası ile ilgili adımlar atılmaya devam ederken 1912’yılında cadde ve meydanlar hala havagazı ile aydınlanmaktaydı. Tarihler 1913’ü gösterdiğinde elektrik fabrikasında çalışmalar ilerlemişti.
Fakat o dönem çıkmış olan Balkan savaşı ve akabinde gerçekleşen sel felaketi nedeniyle fabrikanın bir bölümünün hasar görmesine ve fabrikanın açılmasının da sekteye uğramasına neden oldu.
1914’ün şubat ayında tesisatını anca tamamlayabildi. 11 Şubat 1914 günü şehrin tramvaylarına, 14 Şubat da ise şebekelere, hususi tesisata ve ne kadar özel kuruluş varsa hepsine cereyan verilebildi.
11 Şubat 1914’te artık tam anlamıyla faaliyete başlamıştı elektrik fabrikası. Faaliyete giren elektrik fabrikası her biri 5000 kw olan 3 turbo jeneratör grubu ile 12 – 13.000 kg buhar verilecek altı kazan ile donatılmıştı.
İşletmeye alınan elektrik fabrikası bir sene sonra “Societe Financiere de Transport et d’Enterprises Industrielles a Bruxelles” yani Sofina şirketine devredildi.
Bu şirket “Osmanlı Türk Elektirk Şirketi” adı altında şehrin ihtiyaçlarını devem ettirmek adına faaliyetini devam ettirmeye devam ettiler. İstanbul’da ilk elektrik üretimin adımı 1914 yılında başlamış olsa bile elektriğin kullanımı ancak 1920’li yıllarda gerçekleşti.
Kaynakçalar
- Doğan Kuban, “Aydınlatma”, DBİst.A, I, 475.
- Mehmet Mazak, “Dersaadet Sokak Aydınlatmasında Havagazı”, İstanbullu, İstanbul 1999, sy. 5, s. 75.
- Dünya Başkenti İstanbul’da Doğalgaz, ed. Hüseyin Aykut, İstanbul 2007, s. 144.
- M. Rıfat Akbulut, Cem Sorguç, “Gazhaneler”, DBİst.A, III, 378.
- Binnur Kıraç, Mevlude Kaptı, “Monografik Bir Çalışma: Silahtarağa Elektrik Fabrikası”. Tarihi, Kültürü ve Sanatıyla Eyüp Sultan Sempozyumu VIII: Tebliğler, İstanbul 2004.
- “İETT Tarihi: Elektrik”, İETT Dergisi, 1956.
- TEAŞ, Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, Ankara 1998.
- Ameli Elektrik, 1934.
- TEAŞ, Türkiye Elektrik Üretim-İletim İstatistikleri, Ankara 1998.
- Süreyya İlmen, Teşebbüslerim ve Reisliklerim, İstanbul 1949.